17 Kasım 2011
08:45 Mostar'da kaldığımız otelden (Nur Pansiyon) ayrılmak üzereyiz. Mostar
minik ve inanılmaz sevimli bir yer. Tarihini çok fazla konuşmak istemiyoruz.
Çünkü burada savaşı gören insanlar da o zamanları tekrar tekrar hatırlamak
istemiyorlar. Yine de dayanamayıp yaklaşık 30 yaşlarındaki pansiyon sahibimiz
Fezah'a (aslında isminin yazılışını bilmiyoruz) soruyoruz...
"...
bu tepeden Sırplar saldırdı... (eli ile gösterirken aslında o tepeye bakmak
bile istemiyordu). Karşı pansiyon amcamlara ait, orası daha sağlam olduğu için
savaş süresince orada kaldık. Çok korkunçtu. Aşağı yukarı altı ay sonra da şu
tepeden Hırvatların saldırısına uğradık, tam anlamı ile sandviç olmuş burada
umutsuzca savaşın bitmesini bekliyorduk. Ve bitti... Şimdi her şey çok güzel,
mutluyuz.
..."

Daha fazla konuşmadan konuyu çevirip vedalaşıyoruz. Son kez Mostar köprüsünden
geçerken bol bol fotoğraf çekiyoruz. Köprünün hemen ayağında bir savaş müzesi
var, kapalı olduğu için giremiyoruz, kapısının dibinde de bir taş dikkatimizi
çekiyor, ve üzerindeki yazı: "Don't forget '93" (93'ü unutma) adeta
kanımızı donduruyor...
Savaş biteli epey zaman olmuş tabii... Fakat her yerde, elinizi dokunduğunuz
her taşta siz de şahit oluyorsunuz o zamanlara. Binaların üzerlerinde mermi
izleri ile yaşıyor insanlar. Onlar alışmış; fakat biz alışabilecek, bu manzaraları kolay kolay unutabilecek gibi değiliz.

Mostar'da farkı din mensubu pek çok insan var, aslında Bosna Hersek'in
neredeyse tamamında bu böyle. Bir cami ve hemen karşısında bir kilise görmek çok da
şaşılacak bir durum değil burada. Hatta insanlar birbirlerini öylesine
kabullenmiş görünüyorlar ki. Mostar'da pek çok müslüman olmasına rağmen,
üzerinde kocaman bir haç olan dağın eteğinde yaşamak onlara rahatsızlık
vermiyor.

Mostar sokakları inanılmaz şirin, tertemiz. Kendimizi Osmanlı zamanını anlatan
bir filmin film setinde gibi hissedebiliyoruz. Şehirlerini, tarihlerini,
mimarilerini çok iyi koruduklarını görüyoruz.
Bir de bir üniversite kampüsü var Mostar'da, buraya renk ve hareket katıyor,
lakin saat 19:00'dan sonra etrefta pek kimseye raslayamıyorusunuz. Eğer bir gün
giderseniz; Mostar'da eski çarşının içerisinde Şadırvan Restorant'da Ćevapčići yemenizi tavsiye ediyoruz.
Buradan ayrılmak biraz hüzünlü, fakat görecek güzel yerlerimizin
olduğunu bildiğimiz için heyecanlıyız...
Burada Buna Nehri'nin kaynağı ve bir de Tekke var; fakat
tekke'de restorasyon çalışmaları başlamış olduğu için giremiyoruz. İnanılmaz
güzel… Pek tarif edemiyoruz burayı. Sadece harika. Bu bölgede de manzara yine
aynı, farklı kültür insanlarının bir arada yaşadığını görüyoruz. Bu şirin kasabada
ulaşım için insanlar bisiklet kullanıyorlar, ne harika… İçimiz gide gide
buradan da ayrılıyor ve Sarajevo’ya doğru yola çıkıyoruz.

12:45 Jablanica
Old Bridge buradaki ziyaret nedenimiz. 1943 yılındaki Neretva Savaşı’nda
yıkılarak nehre düşen köprünün o günkü manzarası bu tarihe kadar korumuş.
Burada güzel büyük bir park ve müze yer alıyor. Geziyoruz… Silahlar, o günü
anlatan canlandırmalar, o savaşta ölenlerin kimlikleri… Her şey yer alıyor bu
müzede. Küçük, soğuk ve sevimsiz anılarla dolu olan güzel bir müze… Ben en çok
eski zamandaki yaşamlarının anlatıldığı bölümünü sevdim müzenin. Geri kalan kısmı çok acıklı…
Gözümüze bir cafe ilişiyor, Pink Floyd hayranı bir sahibi var, hemen giriyoruz
içeri, expresso içiyoruz, Boşnak Kahveleri yokmuş =)
Bizim tatlı yorgunluğumuza çok iyi geliyor her şekilde… Kahvenin yanında ikram
ettikleri su çeşme suyu, lakin hiç bu kadar lezzetli çeşme suyu içmedim.
Mükemmeldi. Cafe’nin içerisi de çok sevimli, duvarlarına resimler çizmişler,
genelinde Kızılderililer hakim, ilginç kombinasyonlar yapılmış; fakat güzel bir
birleşim olmuş. Sahibinin müzisyen olduğunu düşünüyoruz. Etraf aynı zamanda
plaklarla da dolu.
Not: Birkaç gün sonra da öğreniyoruz ki, Sevgili Boşnak arkadaşımız Emir Klepo’nun
köyüymüş burası, Jablanica.
14:50 Saraybosna…

Harika, burası mükemmel bir yer.
Araba ile sokaklarında dolaşmakta biraz zorlanıyoruz aslında. Trafik biraz daha
yoğun ve karmaşık. Yaklaşık 1 saat kadar otelimizi kendi çabalarımızla bulmak
için dolanıyoruz. Navigasyon cihazını ise kullanmak istemiyoruz, zaten de
bulamadı bizim otelin sokağını… Sonra bir Apoteka(Eczane)’de durup yolun önemli
bir kısmını öğreniyoruz. Başçarşı’daki Sebil’i bulunca bir taksiciye daha
soruyoruz. O sırada gideceğimiz yerin yakınına bir yolcu götürüyormuş, “beni
takip edin” diyor. Ahhh Bosna’nın şeker insanları… Sonunda otelimizdeyiz.
Tertemiz, mis gibi…
Hızlıca eşyalarımızı bırakıp kendimizi yaya olarak atıyoruz Saraybosna
sokaklarına. Bizim otelimiz Saraybosna’nın eski şehir olarak geçen Başçarşı
kısmında. Çok hareketli bir yer, Osmanlı Mimarisi hakim. Başçarşı’da
bakırcılar, yöresel yemekleri tadabileceğiniz harika restorantlar, hediyelik eşyacılar,
hanlar, medreseler, camiler, müze… Çok güzel yerler var. Yürüyerek Ferhadiye
caddesine varıyoruz. Buranın en meşhur caddelerinden birisi. Yürürken bir
kenarda yanan ateş görüyoruz etrafında insanlar ellerini ısıtıyor. Şirin bir
yer, çok durmadan ilerliyoruz yanından. (Ertesi gün sabah da görüyoruz o yanan ateşi
ve sonradan arkadaşımız Rukiye’den öğreniyoruz ki, burası Tito öldükten sonra
özgürlük anıtı olarak yapılmış ve o günden beri o ateş devamlı yanıyormuş.)
Saraybosna’nın ünlü alışveriş merkezlerinden biri olan BBI Center’ı geziyor,
Ferhadiye caddesinin üzerinde çok şirin bir yerde boşnak böreğimizi yiyoruz.
Girerken Boşnakça merhaba diyorum (Dobar dan!), Buregdzinica diyemediğim için hangi böreği
yemek istediğimi elim ile gösteriyorum, sevgili satıcı bana Buredçka demeyi
öğretiyor, çıkarken dükkanın dışından el sallıyorum kendisine, çok şirin o da
bize el sallıyor… Hvala!
Bugün çok yorulduğumuz için Başçarşı’da Boşnak kahvemizi içerek günümüzü
sonlandırıyoruz. Gerçi kahvenin yanında gül lokumu yerine şeker verdiler, bu da
pek hoşumuza gitmedi ya neyse…
21:00 Otelimizdeyiz.
Yorgunuz, hemen uyuyoruz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder